George Orwell, gelecek hakkındaki tespitleriyle bir yazar olmanın çok ilerisindedir. George Orwell’ın zamanımıza ışık tutan Paris ve Londra’da Beş Parasız isimli eserini sizler için incelemek istiyoruz.
Peki Paris ve Londra’da Beş Parasız eserini neden şimdi inceliyoruz? Çağımızın ekonomik krizleri, savaşları, hatta hastalıkları bile bizi varoluş sancısına ve bir şeyleri sorgulamaya itiyor.
Hiç düşündünüz mü, bir aileniz olmasaydı, size belirli bir zamana kadar destek olan birisi/birileri olmasaydı nasıl yaşardınız diye. Hatta şu anda nasıl yaşıyorsunuz desek daha güzel bir cevap alabiliriz belki, verdiğiniz emeğin karşılığını ne kadar alabiliyorsunuz?

Ara ara eserden alıntılar yapıp devam etmek istiyoruz, buyurun.
George Orwell’ın hatıralarından oluşan Paris ve Londra’da Beş Parasız isimli eseri, bu sorulara cevap niteliğinde. Eserde Paris’te bir yazarın işsiz kalmasıyla birlikte gelişen olaylar anlatılırken; toplum arasındaki uçlar, hiyerarşi, sömürü ve de kapitalizmin gücü en şiddetli şekilde hissettirilir.
“Başta, yoksulluğun kendine has bayağılığını keşfediyorsunuz; size yaşattığı değişiklikleri, karmaşık cimriliğini, kırıntı silip süpürme halini. Çarşafınız kirleniyor, sabunsuz, jiletsiz kalıyorsunuz, saçınız uzuyor kendiniz kesmeye çalışıyorsunuz, öyle korkunç bir sonuç çıkıyor ki ortaya, neticede yine bir günlük yemek parasını berbere bırakmak zorunda kalıyorsunuz. Bütün gün yalan söylüyorsunuz; pahalı yalanlar… Paris, tabiri caizse yoksulluğun varoşudur.”

George Orwell, Paris’te aç kaldığı ilk zamanlarda, elbiselerini satar. Dönemin bir çok yoksulu için bu bir nimettir. Bütün yoksulların yaptığı bir şeydir bu. Fakat elbiseleri karşılığında aldıkları para bir öğün yemek için ancak yetebilmektedir. Ya elbiselerinizi sattıysanız ve sonraki gün olduysa ne yapardınız? Çalışmak mı?
Orwell’ın yapabileceği tek bir şey vardı, yazmak. Açlığı ve yoksulluğu yazmak.
“Can sıkıntısını, acı zorlukları ve açlığın başlangıcını keşfediyorsunuz keşfetmesine ama aynı zamanda yoksulluğun, bunları telafi eden en önemli özelliğini de keşfediyorsunuz: geleceği yok ettiği gerçeğini. Canınız sıkılıyor ama korkmuyorsunuz. Bir iki güne açlık çekiyor olacağım, ne şaşırtıcı değil mi? diye düşünüyorsunuz. Belli belirsizce. Sonra zihniniz başka yerlere kayıyor. Margarinli ekmek perhizi, belli bir noktaya kendi kendinin sakinleştiricisi işlevini görüyor. Yoksullukta insana büyük bir teselli sağlayan başka bir his daha var. Dara düşen herkesin bu hissi tecrübe ettiği kanatindeyim . Bu nihayetinde kelimenin tam anlamıyla meteliğe kurşun attığınızı bilmenizin getirdiği rahatlık, neredeyse mutluluk hissi. Beş parasız kalmaktan o kadar çok bahsetmiştiniz ki: eh, işte beş parasız kaldınız ve hala ayaktasınız. Bu birçok endişeyi gideriyor.”

Paris göçmenlerin ve mültecilerin yeridir. Çoğu üniversite mezunu olan bu kişiler iş bulma adına geldikleri şehirlerde en kötü şartlarda, 10-15 saati bulan zaman diliminde, düşük ücretlerde çalışmaktadırlar. Günümüz koşullarını da yansıtan bu kısımlar insan sömürüsünün kimi zaman, ne derecede arşa çıktığının göstergesidir.
“Bence işe, plongeur’lerin(bulaşıkçı) modern dünyanın köleleri olduklarını söyleyerek başlamalıyız… Sadece hayatta kalmalarına yetecek kadar para kazanıyorlar; tek izin günleri kovuldukları gün. Şuan Paris’te on – on beş saat bulaşık yıkayan üniversite mezunları var. Bunun sadece tembellikten ileri geldiği söylenemez. Çünkü tembel bir adam plongeur’lük yapamaz; sadece düşünmeyi imkansızlaştıran bir rutinin içine hapsolmuş durumdalar.“
Orwell, eski Rus askeri olan Boris’in yanına gider. İkili iş bulma adına her şeyi yapar. İkisi de parasızdır. Gittikleri her yere yalın ayak , kilometrelerce yollar kat ederek giderler. Her yerde de işsizler ordusuyla karşılaşırlar, onlara sıra gelmez. Sonunda bir otelde iş bulurlar. Yazar otelde bulaşıkçı olarak işe başlar. Neredeyse hiç izin kullanmadan, havasız, küçük bir alanda günde 18 saati bulan çalışma saatlerinde bulaşıkları temizler.
“Burada iş yükünü yaratan temel ihtiyaçlar değil, sözde lüksü temsil eden sahtekarlıklar.”

Bu durum böyle devam ettikçe George Orwell, insan doğasına ait olup olmadığını bilmediği bir şeyi keşfeder. Zor koşullarda çalışan, ezilen kişilerin dahi birbirleri üzerinde egemenlik kurduğunun farkına varır. Şef garsonlar garsonlara, aşçılar garson ve bulaşıkçılara ve temel olarak herkes bulaşıkçılara eziyet eder. Nitekim herkes içindeki kapitalisti açığa çıkarır.
“Plongeur’ler az da olsa düşünselerdi, çok uzun zaman önce bir sendika kurup daha iyi şartlar için grev yaparlardı. Ama düşünmüyorlar çünkü düşünecek vakitleri yok; hayat onları köleleştirmiş. Birtakım insanların lokantalarda beslenmesi lazım, bu yüzden birileri haftada seksen saat bulaşıkları temizlemeli. Bu medeniyetin bir gereğidir, dolayısıyla sorgulanamaz.”
George Orwell’ın Londra’ya geçmesi
Bu durum Paris’te böyle devam edince, uzun bir zaman sonra Orwell, Paris’i suçlar ve İngiltere’ye geçer. İngiltere’de bir arkadaşı ona iş bulduğunu söyler ama bulduğu iş uzun süreliğine ertelenir. Yine parasız, evsiz bir başına kalır. Üstündeki elbiseleri belirli bir para karşılığında satar, kalacak yer arar. Çoğu zaman evsizlerin kaldığı pansiyonlarda, sefalet içinde yaşar. Yine parasız kalır, sokaklarda berduşlara katılır. Hayır kurumlarında, kiliselerde yiyecek ve kalacak yer bulma adına yolları arşınlar. İngiltere’nin de Paris’ten bir farkı yoktur. Sokaktakileri, düşmüşleri herkes horlar, dışlar. Sistem her yerde aynıdır, zenginler, sermaye sahipleri insanları sömürür ve onların ihtiyaçlarını karşılama adına diğer sınıf çalışır, çalışır, çalışır…

“Yine de çulsuz kalarak kesinlikle öğrendiğim bir-iki şeye değinebilirim. Bütün berduşların ayyaş pislikler olduğunu düşünmeyeceğim, sırf bir peni verdim diye hiçbir dilenciden minnet bekleyemeyeceğim, işsiz bir adamın yorgun olmasına şaşırmayacağım. Sokakta dağıtılan bir el ilanını geri çevirmeyeceğim, şık bir lokantada keyifle yemek yemeyeceğim. Bu da bir başlangıç.”
Bunun düzenin farkına varmak ve bir şeyler yapmak önemli olan, fakat nasıl yapacağız?