Film ve dizi platformu Netflix‘in yeni dizisi Bir Başkadır, yayınlandığı 12 Kasım 2020’den beri birçok kişi tarafından izlendi ve dizi izleyenler tarafından oldukça beğeni topladı. Berkun Oya‘nın yazıp yönettiği dizinin yapımcılığını Krek Film adına Ali Farkhonde ve Nisan Ceren Göçen üstlenmiş.

8 bölümden oluşan dizinin oyuncu kadrosunda ise Öykü Karayel, Fatih Artman, Funda Eryiğit, Alican Yücesoy, Tülin Özen, Nesrin Cavadzade, Defne Kayalar, Bige Önal ve Settar Tanrıöğen gibi isimler yer alıyor.
Çizdiği gerçekçi Türkiye portresinin gücünü daha çok karakterlerinden ve bu karakterin kendilerini içinde buldukları bazen zor, bazen trajik, bazen de trajikomik durumlardan alan Bir Başkadır, Yönetmen Berkun Oya’nın bu dünyayı birçok yan unsurla da desteklemesiyle bir tık öteye taşınmış.

Hikâyeye eklenen bu yardımcı unsurlar, oldukça detaylı ve bütünlüklü bir Türkiye yerleştiriyor diziye. Yönetmen eski şarkıları, filmleri, Yeşilçam’dan aşina olduğumuz çekimleri anlatıyı kuvvetlendirmek için usta bir şekilde kullanmayı başarıyor.
Oldukça beğeni toplayan diziye yönelik medya organlarında birçok haber, analiz ve eleştiri yazısı yayınlandı ancak Ve insan olarak sosyolojik bir analiz paylaşmak istiyoruz.
Niğde Ömer Halisdemir Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Ercan Geçgin, Bir Başkadır dizisinde yer alan portreleri ve anlatımı sosyolojik bakış açısıyla değerlendirdi.
Geçgin’in Twitter takipçilerine, “Bir Başkadır’ adlı dizi, olumlu-olumsuz abartılı yorumların hacimleri oranında popülerleşiyor. Dizinin sosyolojik öğeler içermesinden ötürü en azından bu yönlerine dair naçizane bazı yorumlarımı (daha derin analizin yeri burası değil, belki makalede olabilir) paylaşayım” notuyla yaptığı analizleri şöyle:
1.Türkiye’deki kültürel çatışma varsayımı dizinin ontolojik zeminini oluşturuyor kanımca. Keza sınıfsal, toplumsal cinsiyet, etnik yönlerin de diziye yedirildiğini ancak kültürel çatışma örüntüsüne dair sembolik unsurların daha baskın tutulduğunu görüyoruz.

2. Modern-geleneksel dikotomosine paralel işleyen din-bilim, dindar-sekilerken-taşra, merkez-çevre, Doğu-Batı ve bunların somut tipleri olarak imam-psikiyatrist ikiliklerinin temsilleri var dizide.(Bu yönler Şerif Mardin, Niyazi Berkes ve Nilüfer Göle eksenlerinde de tartışılabilir).

3. Temelde iki kültürel dünya olmak üzere, buna eşlik eden başka kültürel kimliklere de yer veriliyor. Bir nevi kimlikler seremonisi yaratılmak isteniyor. Bütün bu kültürel haleler içinde bireylerin içsel ve dışsal gerilimlerine ve çözüm yollarına yönelik betimlemeler görülüyor. Bir dünyada eve terlikle girilirken diğerinde ayakkabı ile girilebiliyor. Bir kültürel dünya doğa ile iç içeyken diğeri doğadan daha uzak gibi mekânsal ve sembolik farklılıklarıyla sunularak temsili ikiliği zihinlerde derinleştiriyor.

4. Dizide temel düğüm şu noktada: Farklı kültürel dünyalar, bireylerin travmatizasyonlarına ne tür çözüm yolları sunuyor ve bunda ne ölçüde başarılı oluyorlar? Dizideki temsiller üzerinden verilen cevap, ekseriyetle dikotomik ve kültürel çatışmanın tribünlerine yönelik gibi duruyor.

5. Psikiyatrist Peri, Batılı/seküler hattın; Meryem, dindar-muhafazakâr hattın temsili. Hegelci açıdan bakarsak; Meryem tezi, Peri anti-tezi, Peri’ye süpervizörlük yapan Gülbin de bir ölçüde sentezi temsil ediyor ancak başka çelişkilerden, gerilimlerden ötürü yükü daha bir ağır gibi.

6. Kültürel dünyaların sınırları çok keskin çiziliyor başlarda. Örneğin kendisine terapiye gelen Meryem’e (fonda İstanbul, takvim 2019, teknoloji çağı ama nedense karakter psikolojiden bihaber resmedilmiş) Peri’nin içsel hıncını görüyoruz. Keza Gülbin’in de Peri’ye hıncı söz konusu.

7. Ama tüm kültürel dünyalarda öne çıkan sorun olarak samimi ve dürüst iletişimsizlik göze çarpıyor. Bu iletişimsizliğe ve ön yargılara dayalı gerilimlere, öfkelerin birbirine devredildiği veya transfer edildiği fiziksel ve sembolik şiddet hallerinin dramatik geçişleri eşlik ediyor.

8. Evet, bir diyalog var kültürel dünyalarda ama bunun ne derece Habermas’ın iletişimsel eylemde belirttiği ölçüde müzakereci olduğu şüpheli. Keza yaşam-dünyalarının sömürgeleştirilmesine dair sahneler de yorumlanabilir lakin dizinin de kitle kültürü ürünü olduğunu unutmamak gerek.

9. Gözüme çarpan önemli bir nokta da kültürel sınırların ve kuralların hem onanması hem ihlal edilmesi. Peri, danışanının mahrem bilgilerini başkalarıyla paylaşarak, Meryem Peri ile konuşmasını çevresinden saklayarak kural ihlallerinde bulunuyor. (Becker’ın kavram setleri ile okunabilir). Ancak dizide temsil edilen kültürel dünyalar içinde kopuşlar henüz gerçekleşmiş değil.

10. Dizinin tematiğinin özgün olduğu söylenemez. Örneğin Peri karakterinin bağlam gönderimli temsilinin öncellerine dair tipik çözümlenişini Şerif Mardin’in ‘Tanzimat’tan Sonra Aşırı Batılılaşma’ makalesinde görmek mümkün.

11. Keza Goffman’ın yüz yüze etkileşimleri ve Bourdieu’nün alan, sermaye, habitus kavramlarıyla diziyi tartışmak da mümkün. Misal, Peri ile Meryem’in habitusları bir ölçüde tamam; peki ya Gülbin’in habitusunu nereye koyacağız? Keza onun ablasını.

12. İki kültürel dünyaların çatışması etrafındaki tematiğin çok fazla tribüne oynadığını, hatta oryantalist eğilimler taşıdığını da ifade edelim. Özellikle yorumlarda, izleyicilerin alımlama kodlarında kültürel çatışmaya, kültürel iktidar eksenli değerlendirmelerde bunu görebiliyoruz.

13. Ancak hakikat öyle midir, değil midir; bu tartışılır. Gündelik yaşamın etkileşimlerinde zıtlıklar tahayyül edildiği gibi olmayabilir. Dizinin melezlikleri büyük ölçüde ıskaladığını, kültürel kimliklerin sınırlarına ve bireysel travmaların sancılarına daha melodramatik cevaplar sunduğunu görüyoruz.

14. Jung’un anima, animus, toplumsal bilinç-dışı ile klasik ‘bastırma’ kavramına yönetmenin Hilmi üzerinden müdahalesi ve Peri’nin Meryem ile gelişen diyaloğu yeni zamanların ruhunda sosyal kapanmada derinleşmeye mi yoksa açılmaya mı gideceğini sonraki sezonda göreceğiz.

15. Önemli bir not da Ferdi Özbeğen’in nostaljik şarkılarına bölüm sonlarında yer verilmesi. Bu konuda kent sosyolojisinde eski kent mekânlarının değerli hale getirilişini ifade eden ‘soylulaştırma’ kavramını ödünç alabiliriz.

16. Nostaljik şarkıların soylulaştırılması veya popülerleştirilmesi bir ölçüde dizilerin ‘klipleşmesi’ni yansıtıyor. Bunu da kitle kültürünün yeni sureti olarak okuyabiliriz.

17. Öte yandan dizide nostaljik şarkılar kadar İstanbul’un eski görüntülerine de yer verilerek bir süreklilik çizgisi yaratılmak isteniyor. Kültürel çatışmanın tarihsel sürekliliğine, biyografilerdeki gerilimlerin inişli çıkışlı hallerine dair de benzer bir örüntü oluşturuyor.

18. Son dönem dizilerinde işlenen terapi sahnelerinin artışı ise Türkiye’deki psikolojik hallerin sosyolojileşmesi, sosyolojinin de psikolojikleşmesi çerçevesinde değerlendirilebilir, ki bu da ayrı ama mühim bir yazı konusu…
